Hiç sevmem, nefret ederim, rahatsızlık duyarım, irite olurum falan. Böyle bir kültür varsa da zira bizim kültürümüz değil zaten, belki de bütün iç acımalarım bundan. Gerçi kapalı model ülkeler gibi dışa kendini tamamen kapatmış bir insan değilim, öyle olsaydı köriyi alıp taze fasulyeye koymayı bile düşünmezdim. Bu baharat olayı bize çok hitap ediyor, Ortadoğu'dan başlayalım Çin'e doğru gittikçe aman Allah bir baharat dünyası baharat aşkı o biçim ama batıya doğru gittikçe yemekler yağdan salçadan bir haber. Dönelim fast food olayına zira meselemiz gurmelik tadında bir dünya mutfakları mevzusu değil. Yılda bir kere bazen o bile olmamakla birlikte o kasten kırmızı renkli fast foodculara girmem. Zaten memleket olarak yemekçi kıtlığı çekmiyoruz çok şükür ama bir gün gelir hergün yemek yediğim köftecinin ekmek arası ızgara tavugundan sıkılırsam ve ev yemeğinin de beni tok tutmayacagini düşünürsem, bu şartlar altında kalkar giderim o malum yere. Sözüm ona fast food olayı, hızlı yapılan bir hadise zira kentsel yaşamı ve hızlı sirkülasyonu hedef alıyor ya, bekleme süresinin minimum sürede olmasi icap ediyor ama gel gör ki, kasanın önünde bir izdiham var sanırsınız yemekler bedeva dağıtılıyor, kafayı yemeye bu esnada başlarım. Beklerken bir insanlık dramina şahit oluyormuşumcasina bir an evvel ordan uzaklaşmak isterim. İçerdeki genç nüfusu anlayabiliyorum da kiravatli gömlekli beylere bey amcalara ne demeli, yemin ediyorum bir tiksinme geliyor bana. Orada çalışanlara ise ayrı bir içim acıyor az önce yukarda bahsettiğim insanlık dramı asıl onlarla ilintili zaten. Sanırsınız çalışanlar Arizonada ki bir hapishaneden alınmişlar ve sürgüne gönderilmişler ve bayat ekmek karşılığında çalıştırılıyorlar böyle bizim gibi Ortadoğu ülkelerine bilerek gönderiyolar ki daha çok acı çeksinler. Bizim köftecinin yanında çalışsalar yemin ediyorum bir itibarları olur, halleri hatırları sorulur, dostluk ilişkileri kurulur, insani bir değerleri olur ayol kısaca. Burası ama yok başka bir yer.
Tepsiyi elime alıp masaya oturduktan sonra, hem kendimden rahatsız oluyorum hem etrafımdaki insanlardan ve her defasında kebapçılarımızın, dönercilerimizin o insanlık dolu atmosferleri gözümün önüne geliyor bu seferde ben yurt dışına sürgüne gönderilmişim gibi hissediyorum. Bizimkiler yemeğin üstüne bir de çay ikram ederler ki, off! Sevmiyorum ben bu fast food olayını sevenlere de saygı duyuyorum ama o atmosfere o mekana girince anlayışım buhar olup uçuyor. Orda yemek yerken fast food olayının hakkını veriyorum 5 dakika da yiyip kaçar gibi gidiyorum eee sevmiyorum dediysem işimi layıkıyla yapmiyorum demedim. Benim ki profesyonel bir tavır sevmesem de olması gerektiği gibi davranıyorum ve nedense hiç zorlanmiyorum ! Hersey o kadar sıcak ve içten ki yine de ben kalkıp gitmek istiyorum !
Konu başlığına bakınca ingilizce bir içerik mi yazdım diye düşündünüz bilemiyorum, ayıptır söylemesi yazabilirim de ama biz de ki o söz sanatlarını, kinayeleri, hicivleri efendime soyliyeyim, kıvrak zeka ürünü kültürümüzü nasıl olur da çeviri yazıya aktarabiliriz işte orda çok ciddi kaygılar duyduğumdan yazılarımı orjinal dilde yazmaya devam. Zira başka dilde özellikle batı dili olan ingilizcede yazarsam olayın bütün agdasi yok olur gider hiçbir espirisi kalmaz. Dönelim mevzumuza size göre perfect life yani mükemmel hayat nedir ? Hayal edin çok zenginsiniz ve bir tekneniz var ve üstünde kocaman PERFECT LİFE yazıyor ama taşıması öyle zor bir hayat ki ortalama sıradan bir insanın taşıyabileceği türden değil, ve siz kendinizi tekneden aşağıya soğuk sulara atıyorsunuz, yüzmek için değil tabi, ölmek için, anlaşılan o ki, perfect olan teknenin kendisi, yaşamın kendisi bir o kadar dışkıdan. Ne sandınız ki, lüksün bir bedeli olmadığını mı? Tabi bu bedel canınızı vermek değildi ama, dediğim g
Yorumlar
Yorum Gönder